ÇAĞRI SARI
Açlığın, yoksulluğun insan hayatına bıraktığı izlere gülünecek bir durum yok elbette. Ama mizah işte, her yerden kendine bir yol buluyor, su olup sızıyor, kara tablonun içinden çıkıveriyor. Dario Fo tam da bunu hedefliyor olsa gerek. Günlük hayatın aksaklıklarını kendi üslubuyla sahneye aktarırken yüzünüzü güldürmeyi büyük bir ustalıkla başarıyor.
Dario Fo, 90 yaşında yaşama veda ettiğinde geriye muhteşem oyunlar bırakmıştı. “Ödenmeyecek Ödemiyoruz” da o oyunlarından biri... Oyunun bir çok defa farklı tiyatro sahnelerinde, farklı yönetmenler tarafından perdelenmiş olması herhalde bizim memlekete çok yakışmasından.
Fo’nun kaleme aldığı oyun, 1970’li yıllarda bir İtalyan mahallesini anlatıyor. Ama anlattığı yer sanki bizim mahalle, oyuncular da ben, sen; bu kadar pahalılık karşısında karnını doyurmaya çalışan insanlar. Ne de olsa ‘Yiğidin muhtaç olduğu kuru soğanın kilosu 8 lira! Oyunda bir tanzim satış kuyruğu eksik. Hani o da olsa, “Ne İtalya’sı, birbirimizi kandırmayalım Fo Türkiye’den bahsediyoruz” diyeceğiz. Oyunun bir bölümünde, sağlık sistemine göndermede bulunurken de; sanki İtalya’da bir hastaneden değil de Bağcılar’da, Okmeydanı ya da Pendik’teki bir hastaneden bahsediyor.
ELEŞTİRİ OKU BOZUŞMUŞ SENDİKALARA
Büyük Usta Dario Fo, bu oyunu 1970’li yıllarda Torino’da grev yapan işçilerin durumuna dikkat çekmek için yazmış. Sendikaların grev karşısındaki kayıtsızlığını da buna ekleyelim. Oyun, işçilerin çalışma koşullarını sorgularken, onların bağlı oldukları sendika ve partileri de sorguluyor.
Cihangir Atölye Sahnesi tarafından sahnelenen oyun Arzu Gamze Kılınç’ın yönetiminde izleyici ile buluşuyor. Seyirciyi içine katan, samimiyetleriyle sanki uzun yıllardan beri arkadaşımızmış hissi uyandıran Ece Güzel, Serpil Göral, Onur Alagöz, Kıvanç Kılınç ve Baran Şükrü Babacan oyunculukları ile göz dolduruyor.
Polis tarafından kuşatılan bir mahalle, grevcileri kovalayan polisler, kaçışan insanlar, saklanmaya çalışılan yiyecekler oyuna muazzam bir dinamizm kazandırıyor.
Çok fazla spoiler vermeyelim, gerisini izleyiciye bırakalım. Ancak ‘Hemen gidelim izleyelim’ derseniz biraz beklemeniz gerekecek. Zira sezon kapandı. Perde önümüzdeki dönem yeniden açılacak.
Tiyatro, çölde vaha gibi bir şey. Hayata dair bir sürü sıkışmışlığın arasında nefes veriyor insana... Sizin de bir vahaya ihtiyacınız varsa, izleyeceğiniz oyunlar arasına “Ödenmeyecek Ödemiyoruz”u koymayı unutmayın!
HEM SANAT MERKEZİ HEM OKUL
Günümüzde tiyatro alanları bulmak, yaratmak kolay mevzu değil. Ekonomik sıkıntılar, tiyatroların desteklenmemesi ya da muhalif bir oyun yaptığınızda karşılaşacağınız envai çeşit engeller...
Yani bin dert var; hem izleyici, hem sergileyen ekip açısından. Gazetemizin bu sayfasında daha evvel de Cihangir Atölye Sahnesinden bahsedilmişti. Tekrar olsun. Anlatmaya değer işlere imza atıyorlar çünkü. Oyuncu Arzu Gamze Kılınç ve Muhammet Uzuner birkaç yıl önce yola çıktılar ve Cihangir Atölye Sahnesini kurdular. İki yıldır oyunculuk eğitimleri veriyor, genç sanatçılarla deneyimlerini paylaşıyorlar. Onları birçok sahneden daha özel kılan şey ise; olanaksızlıklar nedeniyle sahne bulamamış genç yetenekleri keşfetmek. Özel yetenek sınavıyla seçilen öğrencilere ücretsiz konservatuvar imkanı sunuyorlar bu yüzden. Üstelik bu eğitimler 3 yıl sürüyor. Ömürleri uzun olsun, birbirinden değerli oyunları tiyatroseverlerle buluşturdukları için.
GÜNSU ÖZKARAR
(Oyunun yönetmeni Arzu Gamze Kılınç'la söyleşi...)
“SEYİRCİNİN ‘GÜLME’SİNİ ÖNEMSEDİM”
Geçtiğimiz günlerde Dario Fo’nun Ödenmeyecek Ödemiyoruz adlı oyununu CAS ekibinden izledim. Eski ve bilinen bir oyunu, genç ve dinamik bir ekipten tekrar izlemek çok büyük keyif verdi. Sonrasında oyunun yönetmeni Arzu Gamze Kılınç ile Dario Fo’yu neden seçtiklerini, CAS’ın süreçlerini, ekibin kimlerden oluştuğunu ve oyuncunun seyirci ile ilişkisini konuştuk.
Tipik bir komedi mi Ödenmeyecek Ödemiyoruz?
Oyun bir fars. Komedisi çok güçlü. Bu komedi içerisinde dünyanın asal sorunlarına doğrudan değinen bir oyun. O bakımdan biraz da iç acıtıcı. Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Dario Fo ilerici bir yazar. Fikirlerini üstten bir dil kurarak değil, halk tiyatrosu hamuruyla yoğurup seyircisiyle eşit ilişki kurarak yapmak istiyor ve bunu çok iyi başarıyor.
Bu oyunda da varoşlardaki işçi sınıfının başına anlatıyor derdini yazar. Geçim sıkıntısı çeken kadınlar fiyatların zamlanmasına karşı çıkıp eski fiyatlar üzerinden alışveriş yapmaya karar veriyorlar, olaylar giderek büyüyor ve marketleri yağmalıyorlar. Yazar Dario Fo bu olaylar üzerinden son derece açık ve eğlenceli bir o kadar da düşündürücü güçlü bir sistem eleştirisi koyuyor ortaya.
Daha önceki sahnelenişlerinden farkı nedir?
Elbette oyun birçok kez sahnelenmiş dünyada ve Türkiye’de. Çok değişik sahneleyişler var. Ben oyun sahnelerken birinci önceliğim yazarın düşüncesini ve derdini seyirciye en doğru ve net biçimde aktarmaktır. Bunun önüne geçebilecek hiç bir reji numarası ya da yaratım üslubuna meydan vermemeye çalışırım. Bir başka deyişle öncelikle yazara hizmet ederim.
Sahnelemenin farklı olması değil doğru olması daha kıymetlidir benim için.
Bu oyun biçim açısından biraz zorlu bir oyun. Bıçak sırtı, sınırlarda dolaşan bir yapısı var. Komedisi ile düşüncesi arasındaki dengeyi çok hassas kurmak gerekiyor. Dario Fo’nun ‘gülme’ olgusuna yaklaşımı beni çok etkiler. ‘Gülme’nin birleştirici gücünü ve iletişimdeki işlevini çok iyi bilen bir yazar. O nedenle sahneleyişte de seyircinin ‘gülme’sini önemsedim.
Ekibinizde kimler var?
Genç, dinamik bir ekip. Bizim için çok özel bir ekip:) Beş kişilik oyuncu kadrosunun dördü bizim Antalya’daki ilk öğrencilerimiz. Şükrü, Ece, Kıvanç ve Serpil yıllar önce Antalya Tiyatro Atölyesi’nde tiyatroya birlikte başlayan neredeyse çocukluk arkadaşları. 20 yıl sonra tekrar aynı projede oynamaları bu oyuna kısmetmiş... Onur ekibe yeni dahil oldu ama çabuk kaynaştı. Bizim için çok kıymetli, çok yönlü bir oyuncu, aynı zamanda CAS’ın sahne direktörlüğünü de yürütüyor.
“Sanki dün akşam yazılmış gibi”
Oyunu ele alırken günümüzle özdeşleştirdiğiniz yerler oldu mu?
Benim özdeşleştirmeme gerek kalmadı çünkü oyun 1974 yılında yazılmış olmasına rağmen sanki dün akşam yazılmış gibi. Zaten bu nedenle de sevdiğimiz bir oyun. Sorunlara sistem açısından bakması, bunu yaparken inanılmaz bir ritm ve eğlenceli sahneler silsilesi ile seyirciyi kavraması çok etkileyici.
Dario Fo’nun tiyatro tarihindeki yerini nasıl tanımlarsınız?
Haylaz bir tiyatrocu. Çok güçlü bir eleştirisi ve bunu yapmak için enerjisi de var. Kendisi aramızdan ayrıldı ama pozitif enerjisiyle yaşıyor elbette. İtalyan halk tiyatrosu olan Commedia Dell Arte ve tüm halk tiyatrosu geleneklerine kucak açmış bir yazar, oyuncu ve yönetmen.
Peki ya ülkemizdeki yerini? Kimdir Dario Fo seyircisi?
Dario Fo tiyatro seyircisi tarafından çok bilinen bir yazar. Hem uzun oyunları hem de kısa oyunları çok oynanır ve seyredilir. Gülmeyi seven, popülist yaklaşımlara prim vermeyen, toplumsal sorunlara kulak tıkamayan seyirci için kıymetli bir yeri vardır ülkemizde.
Sizin seyirciniz nasıldı? Oyunla nasıl bir ilişki kuruyorlar?
Oyunu olabildiğince seyirciye açtığım için sahneyle seyirci arasında sıcak bir iletişim doğuyor. Çok eğleniyorlar. Çok samimi bulduklarını ve beğendiklerini söylüyorlar. Cihangir Atölye Sahnesi yeni bir tiyatro oluşumu olduğundan seyirciyle bu şekilde buluşabiliyor olmak çok sevindirici bizim için.
Politik mizah ezilenlerin duvar yazısıdır: “Ödenmeyecek! Ödemiyoruz!”
26 Kasım 2019
İtalya’da Fiat’ın fabrikasının olduğu bir şehrin varoşlarındayız. Bir işçi evi… Bir duvarda “Ödenmeyecek, ödemiyoruz!” yazısı… Politik tiyatro için zemin hazırdır!
Politik tiyatro mizah yüklüdür. Politik mizah yapmak ise büyük cesaret ister, özellikle ifade özgürlüğünün kısıtlandığı zamanlarda! Bir birikim ve incelikli bir zeka işidir ve bu özellikleriyle her insanın yapacağı bir şey değildir. Sahnede yapılan doğaçlama göndermeler bile sansüre karşı özenle seçilmelidir. Dolayısıyla, politik mizah çetrefilli iştir. Hayata haykırılacak sözleri sahneye özgürce yansıtırken esnek bir yaratıcılık gerektirir. Politik mizah, ezilenlerin duvar yazısıdır bir bakıma.
Karanlık bir dönemden geçiyor dünyamız. Her şeyin alt üst olduğu, değerlerin içeriklerinin boşaltıldığı, ideolojilerin yerini paradigmaların aldığı, örgütlülüğün yerini bireysel kurtuluşun çare olarak sunulduğu, insanların yalnızlaştırıldığı bir zamandan geçiyoruz.
İşte bu dünyada, hala varlığını sürdüren “pazarlar” emekçi insanların vazgeçilmez mekanlarıdır. Bir yandan insanlar pazardan ucuz tüketim malzemeleri temin ederlerken, diğer yandan bu alanlar insancıl ilişkilerin hala devam ettiği yerlerdir. Pazarlarda herseye açıktır; karşılıklı çıkarların gizli odalarda belirlendiği alanlar değildir bu alanlar. Oysa “borsalar”, tam tersine kapalı kapılar ardında kirli dolapların döndüğü, ekonominin spekülatif biçimde belirlendiği ve insanları kendine çekerek hayatlarını karartan bir mecradır.
Ve bu ekonomik yapıyı şekillendiren kanunlar vardır. Kanunları uygulayanların gözettiği en önemli şey, sermayenin güvenliği ve ticari hayatın devamlılığıdır. Bir ülkede fakirlik artınca, yiyecek ve temel ihtiyaçlara zam yapılınca, -pardon fiyat ayarlaması- halk kendi çözümlerini üretmeye başlar. Güvenlik görevlilerin de işleri buna paralel olarak artar.
Bıçak kemiğe dayanıp yoksulluk içindeki işçiler, emekçiler sefalet koşullarına sürüklendiğinde bazen kanunlar da onları engellemeye yetmeyebilir. İşte o zaman, insanlar “Yetti artık! Bu defa fiyatları biz belirleyeceğiz. Mallara ancak geçen ay ki etiket fiyatlarını öderiz. Eğer zor kullanırsanız malları alır, para ödemeden çıkar gideriz! diyebilirler. O gün sermaye sahipleri için, fakirler için belki de bayram olur!
Böyle bir kaosu konu alan “Ödenmeyecek! Ödemiyoruz!” oyunun yazarını anlatmaya gerek yok; çünkü tiyatro ile uzaktan yakından ilgilenen her seyircinin artık bildiği, kalemini emekten yana kullanan, duruşunu saklamadan sergileyen biri: Dario Fo! Oyunda yazarın keskin dili, çevirmenin marifetiyle ve yönetmenin yorumuyla birleşiyor sahnede. Dario Fo’yu çok iyi tanıyan Füsun Demirel‘in çevirisi doyumsuz bir anlatıya dönüştürüyor metni. Arzu Gamze Kılınç‘ın rejisi bu güzel metni hak ettiği sarsıcılığıyla ete kemiğe büründürüyor. Oyuna hayat veren oyuncuların her biri sahnede rejinin hakkını veriyor, dinamizmleri, sahicilikleri ve beden dilleriyle seyir zevkini yükseltiyorlar. Serpil Göral ve Ece Güzel varoşlarda yaşayan iki emekçiyi canlandırırken, mimik ve jestleriyle son derece başarılılar. Kıvanç Kılınç ve İlker Yiğen ise hem eş hem de işçi olarak karakterlerini içsel yolculuklarıyla birlikte yansıtıyorlar. Onur Alagöz ise, oyunun belki de üzerine en çok yük binen oyucusu olarak, birden çok karakteri, son derece dinamik bir biçimde ve aksatmadan sahneye taşıyor.
Oyun, bir işçinin evinde geçiyor; mutfak, yatak odası ye yaşam alanı. Oyunun dekorunu hazırlayan Osman Özcan, tecrübesiyle sahneyi oyuncuların rahat hareket edebildikleri bir mekana dönüştürüyor. Dinamik bir sahnelemeye uygun sahne düzeni ile oyun akışına yaptığı katkı muhteşem diyebilirim. Ekonomistlerin deyimi ile sahneyi son derece “verimli” kullanıyor. Perdenin duvar olarak kullanılması ayrıca bir güzellik!
“Sakin olun, sakin olun! Ne bu polis korkusu yahu, altınıza yapacaksınız neredeyse! Tanrı aşkına! Aldığınız malların fiyatlarını belirleme hakkınızı kullanıyorsunuz, doğru olanı yapıyorsunuz! Bu tıpkı bizim grev hakkımız gibi, hatta daha da iyisi, çünkü grevlerin sonunda fatura hep işçiye çıkar, oysa bu eylemde patronda bir fatura ödeyecek! Öyleyse: Ödenmeyecek! Ödemiyoruz! Çünkü bu yıllardır buradan yaptığımız alışverişlerde bizden çaldıklarınızın karşılığıdır!”
Başarılı bir politik mizah örneği olan oyun, seyircilere kahkahalarla gülme imkanı verirken, bu imkan aynı zamanda bir düşünme ve sorgulama zeminine kapı aralıyor. Hayata ve yaşadıklarımıza dair yıllar önce yazılmış bir metnin, başarılı bir reji ve oyunculukla bütünleşerek ne kadar hala güncel ve etkileyici olabileceğini göstermesi bakımından “Ödenmeyecek! Ödemiyoruz!” çok başarılı bir örnek.
Bu kadar anlattın ama oyunu sahneleyen tiyatro hakkında tek satır yazmadın diyebilirsiniz. Haklısınız, özellikle sona bıraktım: Cihangir Atölye Sahnesi (CAS)!
METİN BORAN
Son yıllarda tiyatro ortamında özellikle görsel anlatımda ortaya çıkan değişim arayışları, metin yazarlığı ve oyunculuk üsluplarında da yeni kurgu tekniklerinin ve oyunculuk tarzının denenmesinin önünü açtı. Ancak bu arayışlar, her toplulukta pratik olarak bütünlüklü bir başarı yakalayamadı.
Bu başarısızlığın sebepleri arasında en başta, ekiplerin ortak akılla kolektif bir bilinç oluşturmakta yetersiz kalmaları ve duygu ve düşünce dünyası ortaklığında bir türlü ‘topluluk’ olamamaları sayılabilir. Yanı sıra ele alınan metnin yetersizliği ve sakatlığından oluşan anlatım bozukluğu ve görsel kurgunun sığlığı, tek düze hali ve egosu yüksek, üstten bakan anlayışlarla ortaya konulduğu izlenimi veren deneysel arayışların da, seyirci düzleminde başarılı bulunmadığı ve kabul görmediği gerçeğinin nedenleri arasında sayılabilir.
Fakat bu defa durum farklı…
Karşımızda, geleneksel gösterim motiflerinden harmanlanarak oluşturulmuş deneysel bir anlatım denemesi var.
Cihangir Atölye Sahnesi’nde sahnelenen müzikli komedi Raif ile Letafet adlı oyunu izledikten sonra bir kez daha düşündüm.
Evet, sahnede ortak akıl, kolektif bilinçle toplumsal yaşamdan sızan bir hikayeyi ölçülü ve özenli bir iç tutarlıkla nasıl ve ne şekilde okunaklı bir üslup bütünlüğüyle anlatılabileceğini örnekleyen hatta ortaya bir model de koyan Cihangir Atölye Sahnesi’nin Raif ve Letafet adlı alaturka müzikli oyunundan söz ediyorum…
Arzu Gamze Kılınç ile birlikte Muhammet Uzuner’in kuruluşunu gerçekleştirdiği Cihangir Atölye Sahnesi, ilk oyun olarak genç oyuncu Kıvanç Kılınç’ın yazdığı, Muhammet Uzuner’in sahneye uyguladığı Raif ve Letafet adlı komediyle seyircinin karşısına çıkıyor.
En başta söylenmeli, Raif ile Letafet, Kıvanç Kılınç’ın dil tutarlığı ve kurgu bütünlüğü bağlamında başarıyla yazılmış bir oyun. Metnin görsel anlatımında Uzuner’in, berrak bir zihinsel akışla, özenli, ölçülü ve iç tutarlıkla ortaya koyduğu reji yorumu hikayeyi zengin bir görsel anlatıma dönüştürüyor.
Bir aşk ekseni etrafında kurgulanan bu alaturka hikayede, her biri bir modelle işlenmiş ondan fazla tip var ve her biri yaşayan, hayatta karşılığı olan, sahnede varlıkları ile hayatta bir değerin simgesi olan figürler… Oyuncular; Aras Cem Güler, Barış Özgenç, Bülent Düzgünoğlu, Kıvanç Kılınç ve Sinem Ünsal sahnede, iyi düşünülmüş, ölçülü ve dengeli oyunculuk formatı ile bu figürleri kusursuz olarak yansıtıyorlar.
Sezon başında bir araya gelmiş oyuncular daha ilk oyunlarında bir ortak bir üslupla adeta bir takım oyunculuğu ortaya koyuyorlar. Müzikalde Anadolu’nun geleneksel gösterim biçimlerinden oyunculuk örnekleri ve modern oyunculuk tekniklerini ustaca buluşturarak iç içe geçirerek yeni bir anlatı denemesini başarıyla gerçekleştiren yönetmen Muhammet Uzuner, biçimsel yorumunda ortaoyunu tiplerinden Kavuklu ve Pişekar’dan, Hacivat ile Karagöz’e, Shakesepare’den Brecht’e modern oyunculuğun örneklerini ustaca harmanlayarak anlatıya taşıyor. Böylece zengin bir oyunculuk biçimi ile müzikalin biçimsel anlatımını güçlendiriyor.
Görsel anlatı da oyunculuk performansına uyumlu dönemin atmosferini yansılayan Ali Seçkiner Alıcı’nın isabetli müzikler ile Hicran Akın’ın hareket tasarımı ile bütünlük oluşturan reji yorumu dilde, harekette ve duyguda gösteriyi zirveye taşıyor.
reji yorumuyla, şairi azam, romantik Abdülhamit Tarhan’ın dilini ve sesini, Müzhipzade Celal’in anlatım tekniğinden gelen biçim güzelliği ile buluşturup, Neyzen Tevfik’in nüktedanlığından bir parça alıp Aziz Nesin’in mizahının yanına koyuyor, üstüne de Haldun Taner’in tebessümünü serpiştiriyor. Bertolt Brecht’i de açık biçim auranın merkezine koyarak seyirciyi tebessümle düşünmeye çağırıyor.
Şiirsel dili, ölçülü mizahı, tamamlanmış, yaşayan tipleri ile ciddi bir komedi örneği olan Raif ile Letafet’in sahne uygulamasındaki bu ‘gülümseterek düşünme eylemi’nin başarısı Uzuner’in, oyunculuk motiflerini ustaca bir araya getirerek, geçmişi bugüne taşıyan bugünü geçmişe götüren içeriğini dengeli bir tutumla ele alarak hikayeyi, içerik ve biçim olarak zengin ve dinamik görsel anlatıya dönüştürme düşüncesinin pratik uygulamasından geliyor.
Tiyatro ortamında yeni arayışlar diye yırtınan “egosu yüksek,” “ben yaptım oldubitti” anlayışı ile anlaşılmaz işleri seyircinin başına musallat edenler… Biçim sevdasına tutulup içeriği ıskalayan yarım akıllı kasıntı oyuncular… Kerameti kendinden menkul “en avangard olanını ben yapacağım” havasından bir türlü sıyrılamayanlar özentili snoplar… Sığ bilgileriyle vasata hizmet ederek ortamda caka satan kibirli tiyatro adamlarından oluşmuş ekipler… Ve bir de dönemin biat kültürünün yanında olmak adına metne olur olmaz kelime yerleştiren muhafazakarlık adına pespayeliklere pirim veren orta karakterli az aktör, çok oyuncular… Cihangir Atölye Sahnesi’nde seyirci karşısına çıkarılan Raif ile Letafet’te görüldüğü gibi anlaşılır olmak hiç zor değil.
Mehmet Konuk, 24.11.2019
SALOZ, HÂLÂ MAVAL OKUMAYA DEVAM EDİYOR!
Yahudi kökenli Alman vatandaşı olarak 1916 yılında dünyaya gelen, ailesi kendisi doğmadan önce Hıristiyanlaşmasına rağmen, kökeni, fikirleri ve yaşadığı dönem nedeniyle soykırım tehdidi altında ülkesinden ayrılmak ve uzun yıllar çeşitli ülkelerde yaşamak zorunda kalan, hayatını mücadele içinde sürdüren, en son yerleştiği ve vatandaşlığına geçtiği İsveç’te 1982 yılında dünyayı terk eden Alman oyun ve roman yazarı, belgeselci ve ressam Peter Weiss’in yazdığı sekiz oyundan biri olan Saloz’un Mavalı, genel olarak Portekiz'in Afrika ülkelerinde yıllarca süren baskısını, katliamlarını ve bu sömürgeci anlayışın hem Portekiz halkı hem de Angola ve Mozambik gibi Afrika ülkeleri üzerindeki etkisini işliyor. Yazarın Saloz’un Mavalı haricinde Türkçeye çevrilmiş eserleri arasında Soruşturma , Marat-Sade (oyunun kısa ismi) adlı oyunları ile Direnmenin Estetiği adlı romanı bulunmaktadır.
"Batılılar geldiklerinde ellerinde İncil, bizim elimizde topraklarımız vardı. Bize, gözlerimizi kapayarak dua etmesini öğrettiler. Gözümüzü açtığımızda ise bizim elimizde İncil, onların elinde topraklarımız vardı."
Portekizli diktatör António de Oliveira Salazar’ın iktidarının acımasız yüzünü, o zalim iktidarın yıkılışını, sömürgeciliğin gelişimini, sömürge olan ülkelerdeki hazin örnekleriyle işleyen oyun, dünyada ve Türkiye’de iddialı oluşuyla biliniyor. Yazar Weiss, oyunda, Salazar’ın otuz altı yıl süren iktidar döneminde baskının, şiddetin, zulmün, kaçırılmaların ve öldürmelerin günden güne nasıl arttığını, aynı anda hem ezenlerin hem de ezilenlerin gözünden eleştirel ve yüze vurumcu bir bakışla izleyiciyle paylaşıyor.
Salazar, hakiki bir sömürgeciydi. Portekiz’i sömürgeleriyle tek ve bölünmez bir ülke olarak görüyordu. 1930 yılında henüz kabinede Maliye Bakanı iken çıkarılmasını şiddetle tavsiye ettiği ve takipçisi olduğu Sömürge Yasası ile Afrika kıyılarındaki sömürge olan ülkeleri, haklar konusunda monarşi döneminden de geriye götürecekti. Salazar Katolik’ti; Portekiz’in bir Katolik Krallığı olduğunu ve kendisinin de Tanrı tarafından kutsandığını düşünüyor, bunu açık açık ifade etmekten çekinmiyor, Katolik değerlerin üstünlüğünü savunuyordu. Sömürgeciydi; Portekiz’i bir “çok kıtalı ülke” olarak tarif ediyor; Angola, Mozambik ve diğer sömürge topraklarına “uygarlık, istikrar, refah, demokrasi ve barış” (!) götürdüğünü ilan ediyordu. Buna, Portekiz halkının büyük çoğunluğunun da kanmasını sağlıyordu. 1968 yılında Salazar beyin kanaması geçirdi; çok hastaydı. Yerine alelacele birileri bulundu. Salazar, hastalığı atlatacaktı ama bir sorun vardı: Kendisini hâlâ başbakan sanıyordu. Ona Başbakanlık Sarayında bir oda tahsis ettiler. Artık iktidarda olmadığını söyleyemediler; onun için özel günlük gazeteler hazırlanıyordu ve 1974’te öldüğünde kendisini halen başbakan zannediyordu.
Oyunda salt Salazar dönemi Portekiz’i anlatılmıyor esasında. O dönem üzerinden sömürgeciliğin, sınıf çatışmasının, mülkiyet düşüncesinin, daha çok kazanmanın, işgâl anlayışının, farklı milletlere, inançlara ve fikirlere karşı gösterilen tepkilerin insanlık tarihi üzerindeki etkilerini de görüyoruz oyun aracılığıyla.
Ekip Oyunu…
Uzun süredir dört başı mâmur şekilde sahnelenmeyen bu eser; Arzu Gamze Kılınç ve Muhammet Uzuner tarafından 2017 yılında kurulan Cihangir Atölye Sahnesinin (CAS) Konservatuvar öğrencilerinin oynadığı ve yönetmenliğini Muhammet Uzuner’in yaptığı farklı bir yorumla bu sezon sahnelerdeki yerini alıyor.
Tam bir kolektif çalışma ürünü olan oyun, ekip ruhunun sağlam biçimde oturtulmasının ne denli estetik görüntülerin ve keyifle takip edilecek bir izlencenin ortaya konulabileceğinin de göstergesi. Sahnede birbirinden genç ve dinamik 13 oyuncu var ki birçoğunun belki de ilk profesyonel oyunu, mizansen çok detaylı, koreografi her an var ve fakat oyunda karmaşaya ve rabarbaya hiç yer yok. Bu elbette, başta yönetmen ve eğitmen Uzuner’in reji zekâsı ve matematiğinin ürünü ancak birlikte hareket edebilmenin de başarılı sonucu. Baştan sona kadar ciddi bir tempo ve neredeyse oyunun her anında dans ve hareket olmasına rağmen oyuncuların enerjileri hiç düşmüyor. Hepsi, oyunun temel felsefesini kavramış biçimde oynuyor. İçine girdikleri rollerin duygularıyla özdeşim kurdukları salt bedenlerine değil mimiklerine de net şekilde yansıyor. Fakat bir epizottan diğerine, bir karakterden ötekine geçerken, oyuncular derin bir diyafram nefesi alıp adeta yeni bir hikâye anlatırmışçasına başlamasalar da direkt bir öncekinin devamı niteliğinde ilerleseler, oyundaki konu bütünlüğü tam anlamıyla sağlanmış olur.
Cihangir Atölye Sahnesi'nde izlenebilecek eserde, Alper İrvan, Aylin Gündüz, Barış Kaan Güven, Berfin Karatay, Boran Özsaygı, Can Seçki, Dorukhan Kenger, Furkan Özkan, Murat Aytekin, Onur Özer, Ömercan Çelebi, Selda Uyan ile Zuhal Atalay rol alıyor.
Rejisör, rol dağılımlarını o kadar dengeli yapmış ki bir karakterin ve oyuncunun diğer karakterin ve oyuncunun önüne geçmesine engel olmuş. Bu, oyunculara performanslarını eşit biçimde sergilemelerine olanak sağlamış; hepsi CAS Konservatuvar ikinci sınıf öğrencileri olan gençler için de iyi bir fırsat olmuş. Oyunun genelinde gördüğümüz bu başarı, aslında CAS Konservatuvarın da ne denli sıkı bir eğitim programının olduğunun kanıtı. Uzuner’in dekor kullanmaması ve kostümleri çok sade biçimde kullanması, konunun derinliğinin daha da hissedilmesini sağlamış. Özellikle kumaş aksesuarları çok fonksiyonel kullanması yine bir başka reji nüansı.
Işık tasarımını yapan Onur Alagöz, son dönemin en başarılı sanat adamlarından biri olma yolunda ilerliyor. Oyunlarda oynayan, dekor tasarlayan, ışık yapan ve yaptığı tasarımlarla ödüller alan Alagöz, bu oyunda da yaptığı ışık tasarımıyla seyircinin oyunun atmosferine tam anlamıyla girmesini sağlıyor.
Hicran Akın’ın koreografisi oyundaki dinamizmin en büyük destekçisi. Akın’ın düzeni sayesinde seyirci her an oyuna kilitleniyor, teyakkuzda oluyor, oyundan bir an olsun kopmuyor. Özellikle oyunun başında yer alan oyuncuların tekmili birden içeri girişindeki hesaplama, koreografın başarısı. Ancak oyun içinde hepimizin dikkatini çeken ve beğenerek izlediğimiz dansın oyunun sonunda tekrar verilmesi fazlalık arz ediyordu. Yönetmenin tercihi de olabilir ama ne olursa olsun o tekrara düşmeye gerek yoktu.
Selda Uyan imzası taşıyan kukla tasarımı ve yapımı, oyunun tesirini arttıran ve tiyatronun seyirciyle arasına mesafe koyup arada bir uyanmasını sağlayıp iç sorgulama yapmasını tetikleyen önemli bir unsurdu.
Saloz’un Mavalı, seyirciyi hiç sıkmayan rejisi, oyuncularının bitmek tükenmek bilmeyen enerjisi ve verdiği mesajıyla sezonun iyileri arasında daha şimdiden yerini alıyor. Tiyatro izleyicisinin de ajandalarına girmeyi hak ediyor.